Kimler Yoklama Kaçağı Olur? Gerçekten Kaçan Kim, Kaçtığı Neyden Kaçıyor?
Forumdaşlar, bu başlığı açarken biliyorum ki birçok kişinin damarına basacağım. Ama bazen bazı taşların altına elimizi koymak gerekir. “Yoklama kaçağı” denilen o etiketin ardında sadece askerlikten kaçan biri değil, aynı zamanda sistemin çarpıklığından, adaletsizliğinden, anlamsızlıktan kaçan biri de var. Peki kimdir yoklama kaçağı? Gerçekten “vatan görevinden kaçan” mıdır, yoksa “kendine biçilen role boyun eğmeyen” biri midir?
---
Zorunlu Görev mi, Zorunlu Roller mi?
Askerlik denilen şey, yüz yıllardır erkekliğin en kaba sınavı olarak görülüyor. “Adam olmanın” biletiymiş gibi sunuluyor. Fakat neden? Çünkü toplumun kolektif zihninde erkek, savaşmalı, korumalı, ölümü göze almalı. Kadın ise duygusal olmalı, evde kalmalı, ağlamalı. Bu roller o kadar derine işlemiş ki, askerlik sadece bir görev değil, kimlik testi haline gelmiş.
Ama bugün, dünya değişti. Savaşlar artık cephede değil, ekonomide, diplomaside, teknolojide kazanılıyor. O halde neden hâlâ genç bir insanın hayatından bir yıl çalıyoruz, onu “emir almayı” öğrenmeye zorluyoruz? Yoklama kaçağı olan biri belki de, bu anlamsız ritüeli sorgulama cesareti gösteren biridir.
---
Erkeklerin Stratejik Kaçışı, Kadınların Sessiz Empatisi
Erkekler genellikle stratejik düşünür. Risk analizi yapar, fırsat-kayıp dengesi kurar. Yoklama kaçağı olan bir erkek de çoğu zaman irrasyonel bir korkak değil, stratejik bir realisttir. “Bir yıl boyunca hayatımı askıya almanın bana ne faydası var?” diye sorar. Kariyer, eğitim, özgürlük… Bunları bir kenara atmak istemez.
Kadınlar ise bu meseleye daha empatik yaklaşır. Birçoğu “Eğer onlar gitmek zorundaysa, neden ben değilim?” diye sorar. Çünkü toplumsal eşitsizlik kadınların gözünden kaçmaz. Kadınlar, erkeklerin zorla militarize edilmesine içten içe üzülür ama aynı zamanda sistemin dışına itildikleri için bu oyunun parçası da olamazlar.
Bu dengeyi kurmak gerek: Erkeklerin stratejik direnişiyle kadınların empatik sorgulaması birleşirse, belki de askerlik sisteminin kendisini kökten tartışabiliriz.
---
Devletin Vatandaş Üzerindeki Sahiplik Algısı
Devletin zihniyetinde “vatandaş” bir birey değil, bir kaynak. Askerlik çağına gelen her erkek bir “insan kaynağı” olarak görülüyor. Yani bir tür envanter kalemi. Bu zihniyetle yetişen bir bürokrasi, insanı değil, sayıyı önemser. “Yoklama kaçağı” da o sayının dışında kalan, kontrol edilemeyen, dolayısıyla tehdit olarak görülen kişidir.
Ama bir düşünelim: Bir devlet, vatandaşına güvenmiyorsa, onu zorla silah altına alıyorsa, aslında kendi meşruiyetine de güvenmiyor demektir.
Yoklama kaçağı, devlete “Ben senin için değil, kendim için yaşamak istiyorum” diyen bir bireydir. Bu, otoriter yapılar için en büyük kabustur.
---
“Vatan Borcu” Söyleminin Duygusal Manipülasyonu
“Vatan borcu” ifadesi, duygusal olarak en etkili manipülasyon araçlarından biridir. Çünkü kim “vatanını sevmiyorum” demek ister ki? Ama vatan sevgisiyle askerlik aynı şey değildir.
Bir insan ülkesini, doğasını, insanlarını, kültürünü sevebilir ama militarizmi, kör itaati, şiddet kültürünü reddedebilir.
O zaman şu soruyu soralım:
Vatanı gerçekten seven, onu eleştiren midir yoksa sorgusuz boyun eğen mi?
Bu soruya cesaretle yanıt verebilen herkes, yoklama kaçağı olmasa bile zihinsel olarak özgürdür.
---
Yoklama Kaçakları: Suçlu mu, Sembolik Direnişçiler mi?
Birçoğu ekonomik gerekçelerle kaçıyor. İş bulmuş, ailesine bakıyor, ya da yurt dışında bir hayat kurmuş. Kimi gerçekten korkuyor, kimi ideolojik olarak reddediyor. Ama sistem bunların hiçbirini dinlemiyor. Herkesi aynı torbaya atıyor: “Kaçak.”
Bu etiketin altında aslında çok farklı hikâyeler var. Kimisi savaş karşıtı, kimisi sadece yaşam hakkını koruyor. Kimisi için bu bir protesto, kimisi için hayatta kalma refleksi.
Ama hepsi, bir şekilde “devlete ait olmadığını” söylüyor.
---
Forumdaşlara Provokatif Sorular
- Bir insanın özgür iradesiyle “Ben asker olmak istemiyorum” deme hakkı neden bu kadar korkutucu?
- Askerlik görevini yapmayan biri “eksik vatandaş” mı olur, yoksa sadece farklı bir yoldan mı gider?
- Kadınlar neden bu tartışmanın hep dışında tutuluyor? Onların sesi neden yok?
- Gerçek cesaret, emre itaat etmek mi, yoksa yanlış bulduğun düzene karşı durmak mı?
Bu soruların hiçbirinin kolay cevabı yok, ama kolay cevaplar zaten bizi bu noktaya getirdi.
---
Sonuç: Kaçanlar mı Kaçıyor, Yoksa Biz mi Kaçıyoruz?
Yoklama kaçağı dediğin kişi, belki de toplumun aynasıdır. Bizim kaçtığımız soruları, o fiilen yaşar. Biz “normal” kalmak için susarız, o konuşur, bedel öder.
Kimi onu korkak bulur, kimi kahraman. Ama belki de en doğrusu şudur:
Yoklama kaçağı, aslında yoklama yapandır.
Toplumun vicdanını, devletin otoritesini, bireyin özgürlüğünü yoklayan bir aynadır o.
Ve belki de asıl yoklama, onun değil, bizim vermemiz gereken bir sınavdır:
Kimin için yaşadığımızın, kimin için öldüğümüzün, kimin için sustuğumuzun sınavı.
---
(Bu yazı, forumda hararetli tartışma yaratmak içindir. Yorumlarınızla fikrinizi paylaşın: Sizce gerçekten kim kaçıyor?)
Forumdaşlar, bu başlığı açarken biliyorum ki birçok kişinin damarına basacağım. Ama bazen bazı taşların altına elimizi koymak gerekir. “Yoklama kaçağı” denilen o etiketin ardında sadece askerlikten kaçan biri değil, aynı zamanda sistemin çarpıklığından, adaletsizliğinden, anlamsızlıktan kaçan biri de var. Peki kimdir yoklama kaçağı? Gerçekten “vatan görevinden kaçan” mıdır, yoksa “kendine biçilen role boyun eğmeyen” biri midir?
---
Zorunlu Görev mi, Zorunlu Roller mi?
Askerlik denilen şey, yüz yıllardır erkekliğin en kaba sınavı olarak görülüyor. “Adam olmanın” biletiymiş gibi sunuluyor. Fakat neden? Çünkü toplumun kolektif zihninde erkek, savaşmalı, korumalı, ölümü göze almalı. Kadın ise duygusal olmalı, evde kalmalı, ağlamalı. Bu roller o kadar derine işlemiş ki, askerlik sadece bir görev değil, kimlik testi haline gelmiş.
Ama bugün, dünya değişti. Savaşlar artık cephede değil, ekonomide, diplomaside, teknolojide kazanılıyor. O halde neden hâlâ genç bir insanın hayatından bir yıl çalıyoruz, onu “emir almayı” öğrenmeye zorluyoruz? Yoklama kaçağı olan biri belki de, bu anlamsız ritüeli sorgulama cesareti gösteren biridir.
---
Erkeklerin Stratejik Kaçışı, Kadınların Sessiz Empatisi
Erkekler genellikle stratejik düşünür. Risk analizi yapar, fırsat-kayıp dengesi kurar. Yoklama kaçağı olan bir erkek de çoğu zaman irrasyonel bir korkak değil, stratejik bir realisttir. “Bir yıl boyunca hayatımı askıya almanın bana ne faydası var?” diye sorar. Kariyer, eğitim, özgürlük… Bunları bir kenara atmak istemez.
Kadınlar ise bu meseleye daha empatik yaklaşır. Birçoğu “Eğer onlar gitmek zorundaysa, neden ben değilim?” diye sorar. Çünkü toplumsal eşitsizlik kadınların gözünden kaçmaz. Kadınlar, erkeklerin zorla militarize edilmesine içten içe üzülür ama aynı zamanda sistemin dışına itildikleri için bu oyunun parçası da olamazlar.
Bu dengeyi kurmak gerek: Erkeklerin stratejik direnişiyle kadınların empatik sorgulaması birleşirse, belki de askerlik sisteminin kendisini kökten tartışabiliriz.
---
Devletin Vatandaş Üzerindeki Sahiplik Algısı
Devletin zihniyetinde “vatandaş” bir birey değil, bir kaynak. Askerlik çağına gelen her erkek bir “insan kaynağı” olarak görülüyor. Yani bir tür envanter kalemi. Bu zihniyetle yetişen bir bürokrasi, insanı değil, sayıyı önemser. “Yoklama kaçağı” da o sayının dışında kalan, kontrol edilemeyen, dolayısıyla tehdit olarak görülen kişidir.
Ama bir düşünelim: Bir devlet, vatandaşına güvenmiyorsa, onu zorla silah altına alıyorsa, aslında kendi meşruiyetine de güvenmiyor demektir.
Yoklama kaçağı, devlete “Ben senin için değil, kendim için yaşamak istiyorum” diyen bir bireydir. Bu, otoriter yapılar için en büyük kabustur.
---
“Vatan Borcu” Söyleminin Duygusal Manipülasyonu
“Vatan borcu” ifadesi, duygusal olarak en etkili manipülasyon araçlarından biridir. Çünkü kim “vatanını sevmiyorum” demek ister ki? Ama vatan sevgisiyle askerlik aynı şey değildir.
Bir insan ülkesini, doğasını, insanlarını, kültürünü sevebilir ama militarizmi, kör itaati, şiddet kültürünü reddedebilir.
O zaman şu soruyu soralım:
Vatanı gerçekten seven, onu eleştiren midir yoksa sorgusuz boyun eğen mi?
Bu soruya cesaretle yanıt verebilen herkes, yoklama kaçağı olmasa bile zihinsel olarak özgürdür.
---
Yoklama Kaçakları: Suçlu mu, Sembolik Direnişçiler mi?
Birçoğu ekonomik gerekçelerle kaçıyor. İş bulmuş, ailesine bakıyor, ya da yurt dışında bir hayat kurmuş. Kimi gerçekten korkuyor, kimi ideolojik olarak reddediyor. Ama sistem bunların hiçbirini dinlemiyor. Herkesi aynı torbaya atıyor: “Kaçak.”
Bu etiketin altında aslında çok farklı hikâyeler var. Kimisi savaş karşıtı, kimisi sadece yaşam hakkını koruyor. Kimisi için bu bir protesto, kimisi için hayatta kalma refleksi.
Ama hepsi, bir şekilde “devlete ait olmadığını” söylüyor.
---
Forumdaşlara Provokatif Sorular
- Bir insanın özgür iradesiyle “Ben asker olmak istemiyorum” deme hakkı neden bu kadar korkutucu?
- Askerlik görevini yapmayan biri “eksik vatandaş” mı olur, yoksa sadece farklı bir yoldan mı gider?
- Kadınlar neden bu tartışmanın hep dışında tutuluyor? Onların sesi neden yok?
- Gerçek cesaret, emre itaat etmek mi, yoksa yanlış bulduğun düzene karşı durmak mı?
Bu soruların hiçbirinin kolay cevabı yok, ama kolay cevaplar zaten bizi bu noktaya getirdi.
---
Sonuç: Kaçanlar mı Kaçıyor, Yoksa Biz mi Kaçıyoruz?
Yoklama kaçağı dediğin kişi, belki de toplumun aynasıdır. Bizim kaçtığımız soruları, o fiilen yaşar. Biz “normal” kalmak için susarız, o konuşur, bedel öder.
Kimi onu korkak bulur, kimi kahraman. Ama belki de en doğrusu şudur:
Yoklama kaçağı, aslında yoklama yapandır.
Toplumun vicdanını, devletin otoritesini, bireyin özgürlüğünü yoklayan bir aynadır o.
Ve belki de asıl yoklama, onun değil, bizim vermemiz gereken bir sınavdır:
Kimin için yaşadığımızın, kimin için öldüğümüzün, kimin için sustuğumuzun sınavı.
---
(Bu yazı, forumda hararetli tartışma yaratmak içindir. Yorumlarınızla fikrinizi paylaşın: Sizce gerçekten kim kaçıyor?)