Bengu
New member
Tamah Ne Demek? Bir Kavramın Sosyal Yapılar İçinde Yankısı
“İnsanın doymak bilmeyen arzusu gerçekten kimin çıkarına hizmet eder?” Bu soru, dini literatürde sıkça geçen “tamah” kavramının özünü anlamak için güçlü bir başlangıç noktasıdır. Çünkü tamah — yani aşırı istek, doyumsuzluk, sahip olma arzusu — sadece bireyin iç dünyasıyla ilgili bir mesele değildir; toplumların değer sistemlerini, cinsiyet rollerini, sınıf ilişkilerini ve hatta ırksal adaletsizlikleri de derinden etkileyen bir olgudur.
Tamah, İslam düşüncesinde “hırs” ve “açgözlülük”le yakından ilişkilendirilir; kişinin elindekine kanaat etmemesi, daha fazlasını istemesi anlamına gelir. Ancak modern dünyada bu kavram, sadece ahlaki değil, aynı zamanda sosyolojik bir sorudur. Kapitalist sistemin bireylere dayattığı “daha fazlasını isteme” kültürü, dini ve etik anlamda tamahı meşrulaştırırken, toplumsal eşitsizliklerin yeniden üretilmesine de zemin hazırlar.
---
Tamah ve Toplumsal Cinsiyet: İsteklerin Kime Ait Olduğu Meselesi
Kadınlar ve erkekler, toplumsal cinsiyet rollerinin biçimlendirdiği bir dünyada tamahı farklı biçimlerde yaşar. Tarih boyunca erkeklerin tamahı çoğu zaman “hırs” olarak yüceltilmiştir — “başarıya aç”, “girişimci”, “rekabetçi” gibi kavramlarla desteklenmiştir. Kadınlarda ise aynı arzu “açgözlülük” ya da “aşırılık” olarak damgalanmıştır. Bu, hem dini söylemlerde hem de kültürel normlarda gözlemlenen derin bir çifte standarttır.
Örneğin antropolog Sherry Ortner, toplumsal cinsiyetin kültürel olarak doğayla ve uygarlıkla ilişkilendirilmesinde, kadının “kanaatkâr” olması beklentisinin doğaya atfedilen edilgenlikle benzeştiğini belirtir. Kadının “kanaat” ile yüceltilmesi, aslında onun “tamah etme hakkının” ellerinden alınmasıdır. Bu nedenle kadınların ekonomik veya entelektüel arzularını bastırmak, toplumun “ahlaki düzeni”ni koruma bahanesiyle sürdürülen bir denge oyununa dönüşmüştür.
Günümüzde ise birçok kadın, tamahın anlamını yeniden yazıyor. Sahip olma isteğini “özgürleşme”yle birleştiriyor; bilgiye, eşitliğe, fırsata duyulan arzuyu, etik bir mücadeleye dönüştürüyor. Bu, dini öğretilerdeki “nefsle mücadele” ilkesine yakın bir farkındalık içeriyor: Tamah etmek yerine, bilinçle arzu etmek.
---
Irk ve Sınıf Bağlamında Tamah: Kimin Açgözlülüğü Görmezden Geliniyor?
Tamah, çoğu zaman bireysel bir günah olarak anlatılır; oysa tarih bize bunun yapısal bir biçimde üretildiğini gösterir. Küresel kapitalizm, beyaz, erkek, Batılı öznenin “sınırsız büyüme” arzusunu meşrulaştırırken, sömürge toplumların ve alt sınıfların “daha fazlasını isteme hakkı”nı bastırmıştır.
Edward Said’in Oryantalizm’de altını çizdiği gibi, Batı’nın “öteki” halklara yönelik tahakkümü sadece askeri ya da ekonomik değil, aynı zamanda arzusal bir egemenliktir: Sahip olma, dönüştürme, tüketme tamahı. Bu noktada, tamah artık bireysel bir zayıflık değil, sistematik bir güç aracıdır.
Bugün de bu dinamik sürüyor. Çokuluslu şirketlerin doğal kaynaklara, emeğe ve kültürlere yönelik doymak bilmeyen açlığı, tamahın en kurumsal biçimidir. Buna karşılık yoksul toplulukların kendi yaşamlarını iyileştirme çabaları “aşırı istek” olarak damgalanabiliyor. Yani kimlerin “tamahkâr”, kimlerin “kanaatkâr” olacağı, güç dengeleri tarafından belirleniyor.
---
Dini Ahlak ve Modern Değerler Arasında Tamahın Yeniden Yorumu
Dinî perspektiften bakıldığında tamah, insanın Allah’a olan güveninin zayıflamasını, yani tevekkülün kaybolmasını simgeler. Ancak modern dünyada bu kavram, neoliberal başarı ideolojisiyle çelişen bir etik boyut kazanır. Birçok dindar entelektüel — örneğin Ali Şeriati ve Fazlur Rahman — bu noktada tamahın sadece bireysel bir günah değil, toplumsal bir yabancılaşma biçimi olduğunu vurgulamıştır.
Toplum, bireylere “daha fazla kazan, daha çok sahip ol” mesajı verirken, din “kanaat et” der. Aradaki gerilim, modern insanın ruhsal yorgunluğunun da nedenidir. Sosyolog Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernite” kavramı, tamahın sabit bir kimlik veya ahlak yerine sürekli değişen arzularla beslendiğini açıklar.
Bu noktada kadınlar genellikle “duygusal sorumluluk” ve “manevi denge”yle ilişkilendirilirken, erkekler “rasyonel başarı” ile tanımlanır. Ancak bu ikiliğin kendisi, tamahı cinsiyetçi bir şekilde kodlar. Gerçekte hem erkeklerin hem de kadınların arzuları, ekonomik baskılar, kültürel normlar ve dini yorumlar tarafından şekillendirilir.
---
Empati ve Çözüm Odaklılık: Tamahı Dönüştürmek Mümkün mü?
Tamahın tamamen bastırılması değil, yönlendirilmesi gerekir. Empatiyle birleşmeyen her arzu, eşitsizlik üretir; ancak farkındalıkla yönlendirilen istek, toplumsal dönüşümün motoru olabilir. Kadınlar, sosyal adaletsizliklere karşı daha duyarlı bir etik perspektif sunarken, erkeklerin çözüm odaklı yaklaşımları bu mücadeleyi somutlaştırabilir.
Örneğin, Latin Amerika’daki “Topluluk Ekonomileri” hareketi, bireysel zenginlik yerine kolektif refahı merkeze alarak tamah kavramını tersyüz ediyor. Afrika’da “Ubuntu” felsefesi — “Ben, biz olduğumuz için varım” — tamahın karşısına dayanışmayı koyuyor. Türkiye’de ise tasavvuf geleneği, “kanaat”i pasiflik değil, bilinçli bir özgürlük hali olarak yorumluyor.
---
Düşünmek İçin
Tamah, gerçekten sadece bireysel bir zayıflık mıdır, yoksa modern toplumların yapısal bir hastalığı mı? Kadınların “kanaatkâr” olması beklenirken erkeklerin “hırslı” olması neden teşvik edilir? Ve en önemlisi, hep birlikte “daha azla yetinmeyi” değil, “daha adil paylaşmayı” öğrenebilir miyiz?
---
Kaynakça ve Deneyimsel Dayanak
- Sherry Ortner, Is Female to Male as Nature is to Culture?, Stanford University Press, 1972.
- Edward Said, Orientalism, Vintage Books, 1979.
- Zygmunt Bauman, Liquid Modernity, Polity Press, 2000.
- Ali Şeriati, İnsanın Dört Zindanı, 1971.
- Fazlur Rahman, İslam ve Modernizm Üzerine, 1982.
Kişisel olarak, farklı kültürlerde yaptığım saha gözlemlerinde tamahın, sadece ekonomik değil, duygusal ve kültürel düzeyde de var olduğunu fark ettim. İnsanların çoğu, sahip olmadıklarına değil, sahip olamadıkları adalete tamah ediyor.
Tamahı bastırmak yerine anlamak, onu ahlaki bir lanet değil, toplumsal bir ayna olarak görmek gerek. Çünkü o aynada hepimizin payı var.
“İnsanın doymak bilmeyen arzusu gerçekten kimin çıkarına hizmet eder?” Bu soru, dini literatürde sıkça geçen “tamah” kavramının özünü anlamak için güçlü bir başlangıç noktasıdır. Çünkü tamah — yani aşırı istek, doyumsuzluk, sahip olma arzusu — sadece bireyin iç dünyasıyla ilgili bir mesele değildir; toplumların değer sistemlerini, cinsiyet rollerini, sınıf ilişkilerini ve hatta ırksal adaletsizlikleri de derinden etkileyen bir olgudur.
Tamah, İslam düşüncesinde “hırs” ve “açgözlülük”le yakından ilişkilendirilir; kişinin elindekine kanaat etmemesi, daha fazlasını istemesi anlamına gelir. Ancak modern dünyada bu kavram, sadece ahlaki değil, aynı zamanda sosyolojik bir sorudur. Kapitalist sistemin bireylere dayattığı “daha fazlasını isteme” kültürü, dini ve etik anlamda tamahı meşrulaştırırken, toplumsal eşitsizliklerin yeniden üretilmesine de zemin hazırlar.
---
Tamah ve Toplumsal Cinsiyet: İsteklerin Kime Ait Olduğu Meselesi
Kadınlar ve erkekler, toplumsal cinsiyet rollerinin biçimlendirdiği bir dünyada tamahı farklı biçimlerde yaşar. Tarih boyunca erkeklerin tamahı çoğu zaman “hırs” olarak yüceltilmiştir — “başarıya aç”, “girişimci”, “rekabetçi” gibi kavramlarla desteklenmiştir. Kadınlarda ise aynı arzu “açgözlülük” ya da “aşırılık” olarak damgalanmıştır. Bu, hem dini söylemlerde hem de kültürel normlarda gözlemlenen derin bir çifte standarttır.
Örneğin antropolog Sherry Ortner, toplumsal cinsiyetin kültürel olarak doğayla ve uygarlıkla ilişkilendirilmesinde, kadının “kanaatkâr” olması beklentisinin doğaya atfedilen edilgenlikle benzeştiğini belirtir. Kadının “kanaat” ile yüceltilmesi, aslında onun “tamah etme hakkının” ellerinden alınmasıdır. Bu nedenle kadınların ekonomik veya entelektüel arzularını bastırmak, toplumun “ahlaki düzeni”ni koruma bahanesiyle sürdürülen bir denge oyununa dönüşmüştür.
Günümüzde ise birçok kadın, tamahın anlamını yeniden yazıyor. Sahip olma isteğini “özgürleşme”yle birleştiriyor; bilgiye, eşitliğe, fırsata duyulan arzuyu, etik bir mücadeleye dönüştürüyor. Bu, dini öğretilerdeki “nefsle mücadele” ilkesine yakın bir farkındalık içeriyor: Tamah etmek yerine, bilinçle arzu etmek.
---
Irk ve Sınıf Bağlamında Tamah: Kimin Açgözlülüğü Görmezden Geliniyor?
Tamah, çoğu zaman bireysel bir günah olarak anlatılır; oysa tarih bize bunun yapısal bir biçimde üretildiğini gösterir. Küresel kapitalizm, beyaz, erkek, Batılı öznenin “sınırsız büyüme” arzusunu meşrulaştırırken, sömürge toplumların ve alt sınıfların “daha fazlasını isteme hakkı”nı bastırmıştır.
Edward Said’in Oryantalizm’de altını çizdiği gibi, Batı’nın “öteki” halklara yönelik tahakkümü sadece askeri ya da ekonomik değil, aynı zamanda arzusal bir egemenliktir: Sahip olma, dönüştürme, tüketme tamahı. Bu noktada, tamah artık bireysel bir zayıflık değil, sistematik bir güç aracıdır.
Bugün de bu dinamik sürüyor. Çokuluslu şirketlerin doğal kaynaklara, emeğe ve kültürlere yönelik doymak bilmeyen açlığı, tamahın en kurumsal biçimidir. Buna karşılık yoksul toplulukların kendi yaşamlarını iyileştirme çabaları “aşırı istek” olarak damgalanabiliyor. Yani kimlerin “tamahkâr”, kimlerin “kanaatkâr” olacağı, güç dengeleri tarafından belirleniyor.
---
Dini Ahlak ve Modern Değerler Arasında Tamahın Yeniden Yorumu
Dinî perspektiften bakıldığında tamah, insanın Allah’a olan güveninin zayıflamasını, yani tevekkülün kaybolmasını simgeler. Ancak modern dünyada bu kavram, neoliberal başarı ideolojisiyle çelişen bir etik boyut kazanır. Birçok dindar entelektüel — örneğin Ali Şeriati ve Fazlur Rahman — bu noktada tamahın sadece bireysel bir günah değil, toplumsal bir yabancılaşma biçimi olduğunu vurgulamıştır.
Toplum, bireylere “daha fazla kazan, daha çok sahip ol” mesajı verirken, din “kanaat et” der. Aradaki gerilim, modern insanın ruhsal yorgunluğunun da nedenidir. Sosyolog Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernite” kavramı, tamahın sabit bir kimlik veya ahlak yerine sürekli değişen arzularla beslendiğini açıklar.
Bu noktada kadınlar genellikle “duygusal sorumluluk” ve “manevi denge”yle ilişkilendirilirken, erkekler “rasyonel başarı” ile tanımlanır. Ancak bu ikiliğin kendisi, tamahı cinsiyetçi bir şekilde kodlar. Gerçekte hem erkeklerin hem de kadınların arzuları, ekonomik baskılar, kültürel normlar ve dini yorumlar tarafından şekillendirilir.
---
Empati ve Çözüm Odaklılık: Tamahı Dönüştürmek Mümkün mü?
Tamahın tamamen bastırılması değil, yönlendirilmesi gerekir. Empatiyle birleşmeyen her arzu, eşitsizlik üretir; ancak farkındalıkla yönlendirilen istek, toplumsal dönüşümün motoru olabilir. Kadınlar, sosyal adaletsizliklere karşı daha duyarlı bir etik perspektif sunarken, erkeklerin çözüm odaklı yaklaşımları bu mücadeleyi somutlaştırabilir.
Örneğin, Latin Amerika’daki “Topluluk Ekonomileri” hareketi, bireysel zenginlik yerine kolektif refahı merkeze alarak tamah kavramını tersyüz ediyor. Afrika’da “Ubuntu” felsefesi — “Ben, biz olduğumuz için varım” — tamahın karşısına dayanışmayı koyuyor. Türkiye’de ise tasavvuf geleneği, “kanaat”i pasiflik değil, bilinçli bir özgürlük hali olarak yorumluyor.
---
Düşünmek İçin
Tamah, gerçekten sadece bireysel bir zayıflık mıdır, yoksa modern toplumların yapısal bir hastalığı mı? Kadınların “kanaatkâr” olması beklenirken erkeklerin “hırslı” olması neden teşvik edilir? Ve en önemlisi, hep birlikte “daha azla yetinmeyi” değil, “daha adil paylaşmayı” öğrenebilir miyiz?
---
Kaynakça ve Deneyimsel Dayanak
- Sherry Ortner, Is Female to Male as Nature is to Culture?, Stanford University Press, 1972.
- Edward Said, Orientalism, Vintage Books, 1979.
- Zygmunt Bauman, Liquid Modernity, Polity Press, 2000.
- Ali Şeriati, İnsanın Dört Zindanı, 1971.
- Fazlur Rahman, İslam ve Modernizm Üzerine, 1982.
Kişisel olarak, farklı kültürlerde yaptığım saha gözlemlerinde tamahın, sadece ekonomik değil, duygusal ve kültürel düzeyde de var olduğunu fark ettim. İnsanların çoğu, sahip olmadıklarına değil, sahip olamadıkları adalete tamah ediyor.
Tamahı bastırmak yerine anlamak, onu ahlaki bir lanet değil, toplumsal bir ayna olarak görmek gerek. Çünkü o aynada hepimizin payı var.